Montag, 21. Juni 2010

Güneşe dair...



Bugün küstüm tüm alışkanlıklara...

Ilk defa göz önüme yığıldı anlamı,

büklüm büklümdü...
yaktı yüreğimi, kırdı birazda.

Alışmak kalakalmaktı.
Ve güneş hala doğar, batardı...

Yabancılıktan kurtulmanın yoluydu alışmak,

Yer ve mekanlara alışırdı insan, belki bir kaç eşyaya,
ama en derin sevdiği insana...

Alışmak sonsuz güvenmekti,

düğümlenmekti ona, körü körüne...

Yakında yanında olmayacağını kavramış olsada,

gizli iplerle çekilmesiydi yanına...

Alışmak derinden hissedip, sımsıkı sarılmaktı o iplere,

kopamamaktı.

Alışmak kalakalmaktı
ve güneş hala doğar, batardı...

Alışmak birgün

kızmaktı güneşin umursamazlığına...

belki küsmekti hayata,

susmaktı,
güçsüz kalmaktı...

Sevdiklerin arasında yalnız kalmaktı onsuz,

alışkanlıklarına yabancılaşmaktı onsuz.

Kurtulmanın yolu yenilmekti hayata,
yenilip kavuşmaktı...

Güneş nasilsa hala doğar,
batardı...

-birgecevaktiydi-

Mittwoch, 16. Juni 2010

Kelebek, Çilek ve Fırtına...

Photo by_me3009

Bazen günlerin yoğun akışına o kadar kapılırım ki,

kaçamaklarımı bile güzel değerlendirmeyi beceremez olurum...

Küçük yerlerde, küçük insanlarla, kücük düşünceleri paylaşmak,

geçmek bilmeyen yaralara merhem gibi serinlik verdiğini unuturum...

Yine unutmuştum kiii...

Kelebeğimle oturup kocaman çilekli dondurma yedik bugün...
Hemde tanıdık yerdeki, tanıdık kaşıklarla, tanıdık dondurmayı..

Eee... Yaradan naber,
geçtimi bari?

Geçmedi...
amaaa...

Kelebeğimin kanadıyla dondurmamın tadsız çilekleri,
yaraya resmen fırtınalar estirdi...
=)

Montag, 7. Juni 2010

Girdapın derinliklerinden...

Düşüncelerim uçsuz bucaksiz olmayı sever,
zıplar şurdan şuraya,
şekil vermeyi şasırır olurum-
hani huysuz bir çocuk gibidir arada…

Birde kalakalmayı sever,
dönüp durmayı bir tanecik üzerinde...
ben onu ne kadar küçücük sansamda,
anlamsız sansamda...
hani kapılınca kurtulamadığım bir girdap gibidir arada…

…iste o bu ara başımı çok döndürür oldu :(


~birgecevaktiydi~

Freitag, 4. Juni 2010

Ben, Yusuf...



Kuyunun dibindeyim, kervanlar bulsun istemem
gömleğim kanlar içinde,
köle pazarlarında satıldım ya...
sensiz geçer akçem yok aşk mezadında...

Ah benim devletim, ah benim ülkem
benim ömrüm...
merhaba...

Ben, Yûsuf,
sınanmış bir kalbin sahibiyim
Șöyle buyur, bu kalp senin efendim...

Șimdi ben, Yûsuf,
tut ki Mısır'a azizim, efendiyim...

Boynumdaki künyede hâlâ vasfım yazılı:
Züleyha'ya köleyim...

~N.Bekiroglu~

Dienstag, 1. Juni 2010

Gehen und lassen...

Photo by PatrickRuegheimer

Zuerst überkommt dich innerliche Dunkelheit. Und du spürt es fast schon förmlich wie ein Kloß sich bildet, sich durch deine Organe frisst und langsam deine Speiseröhre hinauf klettert. Bis es dir am Halse fest sitzt, ganz fest sitzt. Du bekommst keine Luft. Deine Augen füllen sich mit der Flüssigkeit, die immer dann kommt, wenn die Seele vor dem Würgegriff des Lebens in die Knie fällt… 
Dann weinst du... erst ganz still… träne für träne… dann immer mehr und immer lauter. In der Hoffnung das Leben hat Mitleid und hilft dir wieder hoch. 
Doch nichts geschieht. 
Und du weinst noch ein bisschen. Erst viel. Dann immer weniger. 
Dann hinein. In dich. Tiefer immer tiefer. 
Und obwohl du denkst ein Teil von dir würde für immer verloren gehen,
ist es doch so, dass ein fehlender Teil seinen Platz erst gefunden hat...

-birgecevaktiydi-